· 

Biz Türkler

 Bu yazıyı “Okur ne der? Halk ne der? Çoğunluk ne der?” tuzağına düşmeden, doğru bildiğimden şaşmadan, açık ve net, yani samimiyetimin bana verdiği yetkiye dayanarak yazdım.

 

Ben ülkemi de seviyorum, insanlarımı da, fakat gerçekçiyim. Yalaka olup, sürüyle yürümektense, gerçekçi olup, dışlanmaya razıyım.

Bugün misafirperverliğimizden, yeri gelince bir çekirdeği paylaştığımızdan, lezzetli geniş Türk mutfağımızdan söz etmeyeceğim.

 

Aziz Nesin zamanında Türk halkının % 60’ı aptal demişti ve halkın dört bir yanından Ahmet’ler, Mehmet’ler üstüne alınıp, onu mahkemeye vererek, Aziz Nesin’i bir kez daha haklı çıkarmıştı.

Diyeceğim şu ki; sözüm meclisten dışarı…yarası olan gocunur.

 

Ülkemizde bütün insanlara sorsanız, herkes sütten çıkmış ak kaşık gibi masum ve iyi. Ama gazetelerin üçüncü sayfalarını açtığımız zaman insanlık dışı manşetlerle karşı karşıyayız. Ben bundan dolayı yıllardır gazete okumam. Internet yoluyla işime gelen manşetleri okur, beni karamsarlığa itecek manşetlerden oldukça uzak dururum. Zaten istesem de istemesem de ''ağızdan ağıza propagandası'' ile her şeyden haberdar olurum. Aynısı TV içinde geçerli. Yıllardır izlemem. İzlemek istediğim film ve belgeselleri yine internet aracılığıyla izlerim. Yıllardır uygulanan ‘dikkat dağıtma ve aptallaştırma politikası’ canımı sıkar. Popüler kanallarda diziler, kadın-magazin-evlendirme programları almış başını gidiyor. Ruhumu tatmin edecek, bana bir şey katacak programlar yok açıkçası. Dünyanın her ülkesinde seyredilen harika diziler var elbet, fakat bizim ülkemizdeki insanlar TV dizilerine göre hayatlarını planlıyor.

 

Reytingler halka ayna tutuyor ve bize hangi seviyede olduğumuzu apaçık gösteriyor.

 

Ülkemizde onlarca ciddi sorun var ve yıllardır sürekli karşı tarafı suçluyoruz. Hayatımız boyunca başkalarını suçlar dururuz, sorumluluk almayız, kendimize ayna tutmayız, değişmek için çaba sarf etmeyiz. ‘Kara bahtım, kör talihim’ diye hayıflanır dururuz. Eee…ezilen, kurbanı oynayan topluma daha sevimli gelir. Ajitasyonun reytingi yüksektir.

 

BIZ TÜRKLER çifte standart tutumda Nobel Ödülünü hak ediyoruz.

 

Memleketin tüm toprakları satılsa umursamaz, tarlasına inek girince adam öldürürüz. Yol vermedi diye kavga eden, bölgesel, yöresel, hemşehri çılgınlığı ile ‘en iyi savunma saldırıdır’ diyen, her şeyin kolayına kaçan, ‘armut piş, ağzıma düş’ felsefesi ile çalışan, tembel bir toplumuz.

 

Falcıya dünyaca para harcayan, ama bir kitap pahalı diye yakınan insanlarız. Mutsuzluklarını gidermek için AVM AVM dolaşan, fakat müzeye ve tiyatrolara hayatları boyunca adım atmayan toplumuz. Halbuki toplumun asıl ilacı eğitim, bilim, spor (sadece futbol tutkusu değil); ve sanatın (sanat çağdaş toplumların ağrı kesicisidir) tozlu raflara atıldığı acı bir evrim geçirmekteyiz. Kocaman Hollywood şehri sinemanın sembolü haline gelmişken, biz, bize çok değerli sanatçı kazandırmış Yeşilçam sokağımıza bile sahip çıkamadık; kaderine terk ettik…sadece sokağı değil, değerli Yeşilçam sanatçılarımızı da.

 

Biz ancak Recep Ivedik karakterini ayakta alkışlarız, çünkü insanın nelere güldüğü karakteri hakkında ciddi bilgiler verir. Espri anlayışımız bile ''bel altı!''

 

Bütün gün kıraathanelerde kağıt oynayan; sigara dumanı altında, at yarışında aileden uzak, bol küfürlü, sözde ‘erkek gibi’ yaşayanlar, ama bol bol karı gibi dedikodu yapan, sonra ağızlarından Allah kelimesini düşürmeyip, Cuma’dan Cuma’ya koşan, dine/imana sığınan, ''erkek hiyerarşisi'' olan toplumuz.

 

Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olma hastalığı; bir konu konuşulduğunda ‘mutlaka bende maydanoz olayım’ ezikliği; her fırsatta mutlaka ‘ben laf sokarım’ kompleksi; ortamı ve sohbeti geren ‘ukalalık taslamak’, bilgi yerine kalıpların, klişelerin, ön yargıların, ezberci sloganların cirit attığı bir toplumda yaşıyoruz.

 

Türkiye de hiyerarşi sistemi, ‘insanı ezme’ üzerine kurulmuş. Anlayacağınız makam yükseldikçe, insanlık azalıyor. İşini iyi yapan değil, en iyi ‘yalakayı’ çeken göze giriyor. Makam ve etiket her şeyden önemli ve size her kapıyı açıyor.

 

Sonradan görme, kendilerini ‘yüksek sosyete’ olarak adlandıran/ilan eden, soyları Royal Family’e dayanıyormuş gibi tavır sergileyen ‘çakma’ sosyetemiz var bir de. Avrupa ülkelerinde ‘gerçek’ sosyeteler mütevazilik içinde yaşarken, bizimkiler birbirinle yarışır, ne var ne yok gösterir, hava atar, ardından da nazar değecek diye oralarını buralarını kaşır, her yerlerine nazar boncuğu takarlar. (Daha düne kadar ‘kurşun döktürmenin ne olduğunu bilmiyordum. Bir arkadaşım sağolsun beni aydınlattı ve bir kez daha kültür şoku yaşadım diyebilirim). Böyle paradoks ve trajikomedi davranış biçimi hiçbir yerde görülmemiş…

 

Büyü olayına hiç girmeyelim. Afrikada vudu yapan kabileleri geçmiş durumdayız.

 

Doğa’ya ve hayvanlara karşı bile ne sevgimiz var, ne de saygımız. ‘Amaann..yere çekirdek atmanın tadı başka, ne de olsa ben temizlemiyorum’ mantığı ile hareket ediyor, çöpleri rastgele her yere atıyoruz. Hayvanlarında dili olmayan birer canlı olduğunu hiçe sayıyor, onlara eziyet çektiriyor, işkence ediyoruz.

 

Karşı cinsle iletişim bozukluğu yaşayan, mini etek giyen bayana kabaca laf atan ve yüz almayınca o bayana derhal dünyanın en eski mesleklerinden birini sıfat olarak layık görme terbiyesizliği, ama kendi anası, bacısı söz konusu olunca, kabadayılık taslayan, namus bekçiliği yapan bir toplumun parçasıyız.

 

Evlendirilen kızların üçte biri çocuk gelin olan ülke Türkiye.

 

13 yaşındaki kız çocuğun tecavüze uğradığı ve sonra ‘aile itibari lekelendi, namusumuz beş para oldu, konu komşu ne düşünür’  diyerek, namus davası vasıtasıyla kendi çocuklarımızın canına kıyan bir toplumun parçasıyız.

 

Turistlere kazık atmaktan çekinmeyen, onları dolandıran, sonra bununla gurur duyan, ‘bugün hangisini yolayım’ mantığı ile adamına göre hareket eden toplumun insanlarıyız.

 

Insanları ‘ötekileştirmede’ bir numarayız. Küpe takan, dövmesi olan, gaylere, travestilere, farklı giyinen ve çoğunluk gibi düşünmeyen ve hareket eden insanları dışlayan bir toplumuz. Olaylara duygusal yanaşıp, objektif bakamayan, ya fazla sağa, ya da fazla sola kaçan insanlarız; el ele ortayolda yürümek varken…

 

Kurallara uymayan, ama sürekli Devlet Babayı suçlayan insanlarız.

 

Avrupalılar yeşilde bile lambadan geçmezken, biz geçenlere uzaylı muamelesi yapan bir halkız. Halbuki beklediğimiz düzen, adalet ve disiplini ilk önce kendimizde adım adım gerçekleştirsek, gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden doğru yola girecektir…

 

Içki yasasına karşı bu kadar tepkili davranmamız bile bir taraftan olaylara ne kadar objektif bakamadığımızı ve diğer taraftan da kurallara uymaya direndiğimizin ıspatıdır. Çoğu Avrupa ülkesinde bile yıllardır geçerli olan bu yasa, çocukları ve 18 yaş altı gençleri koruma adına çıkartılmıştır. Yani Avrupa standardına uyma adına çıkan bir yasadır, insanların özel hayatlarına el koyan yasa değil (bunu emin olun taraf tutmadan, objektif olarak yazıyorum). Bu yasayı doğru buluyorum, çünkü özellikle bizim ülkemizde ‘ben içkili daha iyi araba kullanıyom kankaa’ diyenler, üstelik kemer takmayı adet etmeyen ve kaza yapan sayısız insan modeli var. İstatistiklere göre Türkiye, dünyanın en çok kaza yapan ülkeleri arasında!

 

Toplum içerisinde gördüğümüz gereksiz ego savaşları, üstünlük taslamalar, değişime kapalı olmak, eşiyle eğlenmesini bilmemek, durmadan duygu satışı yapmak, ‘konu komşu ne der’ mantığı ile hareket edip, çocuk ve eşlerimize eziyet etmek, her konuya burun sokma, ata sporumuz olan ‘dedikodu’yu marifet saymak, lokantaya girince gözlerin dönüp kişiyi süzmesi ve yukarıda saydığım daha çoğu BİZ TÜRKLER’e has davranışlar.

Çevremizde, hatta ailemizde en az üç beş tane böyle ‘gözetleyici ve uyuz’ insan modeli vardır. Bu insanlar kendi işine/hayatına bakmazlar. Boş merakla etraflarını inceler dururlar ve onunla kalmaz önüne gelene abartarak aktarırlar. Sizi bilmiyorum, ama beni sıkıyor bu manzaralar!

 

Her fırsatta ‘keşke yaşasaydı’ diye hayıflanıp, ölümünden 76 yıl sonra hala Atatürk’ün arkasına sığınan, geçmişte yaşayan insancıklarız. Çünkü iyilik adına nutuk tutmak kolay, hatta bedava ve insanı rahatlatıyor, dikkati üzerimizden çekiyor. Ama o yolu bilmek ve arkasına sığınmak değil, o yolda yürümek asıl önemli olan!

 

Fikir özgürlüğü diye bas bas bağıran, ama farklı takımı tuttuğu ve siyasi bakışa sahip olanlara karşı tolerans tanımayan insanlarız.

 

Farklı fikirler, görüş açıları zenginliktir derler, ama açıkçası bu saydığım insan modelinin hangi biri zenginliktir diye soruyorum kendi kendime…

 

Bir çoğunuz bana kızacak belki, ama GERÇEK demokrasi, bir insanla aynı fikirde olmadığın zaman bile, onun fikirlerine saygı duymaktır! DEMOKRASİ, eşit insanların rejimidir!

 

Normal evrimden geçen toplumlarda demokrasi süreçleri tamamlanıp oturmuşken, biz bu süreçlerin birbirinin içine girdiği, karma karışık bir toplulukta yaşamaktayız.

 

Gerçekçi olalım. Eğitim ve görgü eksikliğinden nasibini almış bir toplumuz.

 

‘Öğrenmek büyümektir’ denir. Aklın, mantığın, düşünmenin ve sorgulamanın eksikliği insanın gerçek INSAN olabilmesini engeller.

 

En yüksek mahkeme insanın kendi vicdanıdır. Vicdanınızı elinize koyun ve bu saydıklarımdan ‘en az’ bir tanesinde kendinizi bulduğunuzu itiraf edin!

 

Ama unutmayın ki, hiçbir şey için geç değil. En zor görünen problemler bile hallolabilir. ‘Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz’ diyen, dürüstlüğe, onura, kardeşliğe, sadakate, bilgeliğe, adalete, asil mücadele sembolü olan şövalye ruhunun toplum genelinde canlanması mümkün! ‘BİZ TÜRKLERİN hikayesini sil baştan yazmak sizin, hepimizin elinde…

 

Yazımı karınca ve kaplumbağa hikayesiyle bitirmek istiyorum:

 

Karınca kabeye gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış. Yolda kaplumbağaya rastlamış. ‘Nereye böyle karınca kardeş’ diye sormuş. Karınca ‘kabeye gidiyorum’ demiş. Sen bu adımlarla Kabeye zor varırsın’ demiş kaplumbağa. Bunun üzerine karınca şu yanıtı vermiş: ‘Olsun..hiç değilse o yolda ölürüm.’

 

Arzu Şen

 

 

Kommentar schreiben

Kommentare: 0