· 

Türkiye'de kitap okuma(ma)k

Yurt dışından Türkiye'ye gelen gurbetçiler sürekli bir kıyaslama içindedir. Avrupa'da yaşamış ve 'nimetlerinden' faydalanmış biri olarak itiraf etmeliyim ki, bunu ilk geldiğim zamanlar ben de sıkça yapıyordum, ne yalan söyleyeyim. 
 
'Almanya'da sistem var, Avrupa'da düzen var, Norveç'te şu var, Fransa'da bu var' vs diye diye ülkemizin sürekli eleştirir dururuz. Bu ülkelerin avukatlığını yapmak değil niyet, sadece 'bizde de onca nimet varken neden bu ülkelerin konumunda değiliz' üzüntüsü ve sitemi var aslına bakarsanız. 
 
Bu ülkelerin çoğu 2. Dünya Savaş'ının ardından sistemlerini 'sil baştan' yıkıp yenileyerek, geleceklerini sağlam temeller üzerine inşa ettiler. Dolayısıyla bu ülkeleri günümüzdeki başarılarından dolayı takdir etmemek mümkün değil. Almanya’yı örnek alırsak, 2. Dünya savaşında yerle bir olduğu halde çalışarak ve üreterek  örnek ülke konumuna gelmeyi başarmıştır. Dünyaya süreli söz verip, kâğıtlara çizdikleri arabaların resimlerini sattılar. Almış oldukları peşinatlarla fabrikalarını kurup başka ülkelerden isçiler transfer ederek sözlerini zamanında yerine getirdiler ve kazandılar. İnsanların güvenini kazanmanın yanında halen sistemleri ve prensiplerini korumaktadırlar.
 
Türkiye 'aslında' birçok açıdan bu ülkelerden çok daha avantajlı. Üç tarafı denizlerle çevrili olan topraklarımız var. Genç nüfusumuz var (Avrupa ile kıyaslarsak en az 15 yaş daha genciz). Yeraltı ve kültür zenginliklerimiz var. Ama bunların kıymetini bilmiyoruz. Yeraltı zenginliklerimizin hat safhada olduğu halde, dünyanın en pahalı benzinini, gazını, mazotunu kullanıyoruz. Mevcut madenlerimizi ham madde olarak yok parasına dışarı satan onlarca kat paraya geri alan yine biz. Bir Türk vatandaşının devlette ne tür hakları olduğunu bile bilmeyen araştırma zahmetine bile girmeyen hakkını aramayan, savunmayan yine biz. Ee elimizde domates, soğan, biber olup, bu malzemelerden yemek yapmasını bilmedikten sonra bunlar neye yarar?
 
Size yüzlerce örnekten bir tanesini vereyim: 80'li yılların sonunda Ziya Özel adında çok değerli bir doktorumuz vardı. TRT de dönemin Sağlık Bakanının katılmış olduğu bir söyleşi programında, zakkum çiçeğinden kansere ilaç bulduğunu yaklaşık 80 kişi üzerinde denediğini %90 ların üzerinde başarı elde ettiğini söylemişti. Zamanın Sağlık Bakanı kendisine gülerek ve dalga geçerek "o zaman bütün kanserliler zakkumu kaynatıp içsinler" dedi. Doktor Ziya Özel mevzunun bu kadar basit olmadığını yıllar süren bir araştırma sonucunda bu formüle ulaştığını ve bu formülü de ücretsiz olarak Sağlık Bakanlığı'na hediye edeceğini söyledi. Önce Doktor Ziya ya deli dediler sonra muayenehanesini kapattılar ve dönemin Etik Kurulu Diplomasını iptal ettiler. Biz Doktor Ziya'nın formülünü savunmasına dahi müsaade etmezken, Amerika’dan bir üniversite gelerek, Doktor Ziya Özel'e araştırma görevlisi olarak çalışmayı teklif etti. Şimdi biz bu kanser ilacını Amerika'dan alıyoruz. Bunun gibi daha neler neler... Amerika'nın zakkumu acaba bizimkinden daha mi iyi? Güler misiniz ağlar mısınız?
 
Çok af edersiniz ama; Batı'da insanlar 1300 odalı saraylarda yaşarken, bir tane dahi tuvaletleri yokken, lazımlıkları ile pisliklerini pencereden dışarı atan ve krallarının bile sokaklarda ki bu pisliklere basıp ayakları kirlenmesin diye, yüksek topuklu kadın ayakkabıları giydiğini ve yıkanmak yerine pudra kullandıklarını herkes biliyor (filmlerde dikkatinizi çekmiştir). Bu adetleri 17. yüzyıla kadar sürdü (Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez(!!!) banyo yapmıştır). Bizim 50 odalı Hanlarımızda bile hamamlarımız, umumi tuvaletlerimiz vardı ve 'çok özendiğimiz' Avrupa bir zamanlar temizliği bile bizden öğrendi!
 
Geldiğimiz nokta ise şu: Avrupa Birliğini'nin %83'ü bizi sadece İslam ülkesi olduğumuz için değil, 'Gelişmiş Toplum' olmadığımız için istemiyor; çünkü bir zamanlar bizim önümüzde diz çöken Avrupa, bizim gibi Orta Çağ'da takılı kalmadı!
 
Haçlı seferler sonrasında kiliseyi sorgulayan insanlar özgür düşünce sistemini geliştirmiş, ardından Rönesans ve Reform Devri doğmuş ve 'Hümanizm' akımıyla birlikte bugün ki konumlara gelinmiştir. 'Gelişmiş Toplum;' kültür ve sanat altyapısı ile oluşur. Modern binalar ve yollar bunların sadece süsüdür, temeli değil! Bu gelişme ve değişme yüzyıllar boyu sindirilerek gerçekleşti. Bu esnada Osmanlı bu değişime ayak uydurmadı, aksine Arap kültürünü benimsemeyi başladı.
 
Ve sonra Atatürk geldi. Çok kısa süre içerisinde Rönesans/Reform'un temel prensiplerini Osmanlı'dan arta kalan Türkiye'ye ve Türk halkına enjekte etti (inkilaplar vs...) Bu hiç kolay değildi; çünkü yüzyıllardır doğu kültürüyle geri kalmış ve cahil bir şekilde yaşamaya alışmış olan halk, bu ani değişimi anlayamadı, uyum sağlayamadı ve sindiremedi; çünkü insanların değişmesi o kadar kısa zamanda gerçekleşemez. Avrupa bunu yüzyıllar içerisinde becerdi, biz nasıl 70 yıl içinde becerebilirdik ki? Atatürk bize en azından doğru yolu gösterdi. Biz medeniyetin çok gerisinde kaldık, yetişmemiz için çok çalışıp, koşmamız lazım dedi. Ama ne yazık ki Atatürk sonrası halk yanlış tercihlerle devam etti, yanlışları gördü ama müdahale etmedi ya da belki yanlışları görmeyi hiç istemedi ve bu düzen bugünlere kadar hiç değişmedi. 
 
Neden Avrupa'yla bu kadar farkımız var? Çünkü araştırmayan, ufkunu açmayı başaramamış, at gözlüklerini çıkaramamış, gazete ve kitap okuma alışkanlığı bulunmayan, düşünmeyen, üretmeyen sadece eleştiren, BİZ yerine BEN diyen, kurallara uymayan ve en önemlisi LAİK kavramını anlayamamış ve hiçe sayan insanlarımız var. Orada 'insanın' değeri varken, burada parası ve dayısı olanın değeri var. Yalan mı? Peki sitem etmeyelim de ne edelim?
Arzu Şen
 

Kommentar schreiben

Kommentare: 0