· 

Türk Kadınının Toplumdaki Yeri

Anadolu'da Türk Kadını denildiğinde, akla kısacası şöyle bir profil gelir:

Türk Kadını; vefalı Türk annesi tarafından yetiştirilmiş, koruyan kollayan kadındır. Erkeğine de çocuklarına da özen gösterir. İçi titrer. Yemez yedirir, içmez içirir, giymez giydirir, yorulmak bilmeden, dur durak bilmeden, hem içeride hem de dışarıda çalışır ve özverilidir.

Duygusal kadındır, ama kuyruğu dik tutar. Herkesin uyuduğu gecelerde o sessizce ağlar. Beceriklidir, temizdir, titizdir, ütüsünü de yapar, evini de siler, 3 çeşit yemeğini de pişirir, gocunmaz.

İçine atar Türk Kadını, dayak yese de, sevinse de kendi içinde yaşar. Alem ne der kaygısı derin ve ağır bir yüktür sırtında. Ailesi ön plandadır hep. Anne baba evlat kavramları kutsaldır.

Toprak kokar Türk Kadını, Anadolu kokar, aşk kokar, sevgi kokar, anne gibi kokar...

Türk toplumunda ailenin, ailenin içinde de kadının yeri ve önemi büyüktür.

Kadın; Aile ve toplum arasında bir "köprüdür." Toplumsal hayat, erkek VE kadınla birlikte biçimlenir. Fakat yukarıda söz ettiğim kadın modelinin nesli de tükenmekte, bir zamanlar kadına veren değerinde.

Toplumumuza baktığımızda, kadınların durumunun hiç de iç açıcı olmadığını görüyoruz. 

Toplumumuzda örneğin evlenmemiş erkeğe "bekar", evlenmemiş kadına ise "evde kalmış kız" denir. Erkek eşiyle ilgiliyse "centilmen", kadın kocasıyla ilgiliyse "kıskançtır". Erkek kırkını aşmışsa "olgundur", kadın ise "kocamıştır." Erkeğin eli açık ise "ailesinden bir şey esirgemeyen", kadınsa "har vurup harman savurandır." Az konuşan erkek "ağır başlı", az konuşan kadın "soğuk ve kibirlidir"; ama çok konuşuyorsa da DIRDIR'dır. Erkek çapkınlık yaptığında "sapına kadar erkektir" kadın ise direkt damgayı yer. Bu liste böylecede uzar gider...

Feministsen çirkinsin. Lezbiyensen erkek bulamamışsındır. Sevgililerin olduysa motorsun. Olmadıysa kezbansın. Bekar, boşanmış veya dulsan eksiksin. Çocuğun yoksa bir işe yaramazsın. Hani hobi olarak uygun bir şeyler yap elbette ama var oluş sebebin bir erkeğin karısı ve çocuklarının annesi, başka da bir işin yok, bunu unutma. Bu memlekette bir kadın olarak %50 azınlıktasın ne de olsa ve hayatın zor olacak haliyle...Kafayı üşütmeden yaşamaya çalış bakalım sıkıyorsa...

Görünen o ki, Türkiye'de kadın erkeğin gölgesinde durmakta ve erkeğin "egemen" olduğu toplumda kadınların bir adım geride durmaları kabul olarak görünmekte. Baskı altında yetiştirilen, büyüyen ve yaşayandır Türk Kadını. Burada tabii büyük şehirlerin elit veya eli yüzü düzgün mahallelerinde oturan azınlıklardan, istisnalardan bahsetmiyorum. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye gerçeği büyük şehirlerde değil, Anadolu'da...!

Kadınlar siyasal, yasal, sosyal ve ekonomik alanlarda da ayrımcılığa maruz kalıyor. Kadınların erkeklere göre daha güçsüz, daha değersiz görülmesi, ayrımcılığa yol açan geleneksel yaklaşımlar kız çocuklarının eğitime bile ulaşmasını zorlaştırıyor. Kadınlar cinsiyetçilik ve ayrımcılık sonucu yeterince değerlendirilmiyor ve "kadının yeri evidir" anlayışıyla asıl kayba uğrayan yine toplum oluyor.

Halbuki kadınların erkeklerle eşit olarak toplumda yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır. Eğitimli bir erkeğin değil, eğitimli Türk kadınının baktığı gözlerle bakabilseydi bütün memleket yetkilileri çok farklı yerlerde olurdu bu ülke şimdi. "Annelik kutsallık" gibi kavramların arkasına sığınılarak, "cennet ayaklarının altında" diyerek, ama uygulamaya gelince bu güzel sözlerin sözde kalmasıyla değersizleştirilmiştir kadınlarımız.

Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır aslında. Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde, hakanların yanında hatun adı verilen eşleri de söz sahibiydi. Kadınlar ata binip ok atar, top oynar, güreş gibi ağır sporlar yapar ve savaşlara dahi katılırlardı. Toplumda tek eşlilik prensibine bağlı kalınır, ev eşlerin ortak malı sayılırdı. Namus ve iffete büyük bir önem verilirdi.

Osmanlı Devleti Döneminde kadın haklarında gerileme oldu. Kadınlar evlenme, boşanma, miras ve eğitim işlerinde pek çok haklarını kaybettiler. Bununla birlikte köylerde ve kasabalarda yaşayan kadınlar, her alanda eşlerine destek oluyordu. Kurtuluş Savaşı yıllarında, erkeği cepheye giden Türk Kadını, çocuğunu yetiştirmiş ve evinin geçimini sağlamıştır. Hatta silah ve cephane taşıyarak savaşa katılmıştır. Bu davranışı ile Türk Kadını, Türk toplumundaki önemli yerini bir defa daha ispat etmiştir.

Atatürk, kadınlarımızın medeni, siyasal ve sosyal haklarına kavuşması gerektiğine inanıyordu. Türk kadınının bu durumunu Atatürk şu sözleriyle en güzel şekilde ifade eder: "Dünyada hiçbir milletin kadını, ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürdüm, Anadolu Kadını kadar gayret gösterdim diyemez".

Toplumları incelediğimizde, tarih boyunca şiddetle en çok karşılaşan ve maruz kalanların kadınlar olduklarını görmekteyiz. Kadınlar cinsiyetin belirlendiği andan itibaren erkek egemen toplum yasaların geçerli olduğu bir dünyada, erkeklerin dayattıkları cinsiyetçi bir düzen içinde özel yaşamlarında ya da kamusal alanda çeşitli şiddet olayları ile karşılaşmaktadır. Erkeğe güçlü ve yönetici imajı çizilirken, kadın baskı altında tutulur ve kadın çevresindeki olumsuz giden her şeyden kendini sorumlu tutmaya başlar. Böylece kendi içinde huzuru ve uyumu yakalayamaz, hedefleri ve kendince önemliler için savaşacak gücü kendinde bulamaz ve her şeye evet der. Kadının çaresiz tavrı erkeğin şiddet uygulamasına katkıda bulunur. Buna tanık olan ailenin diğer küçük üyeleri ilk önce inanmama ve inkar, ardından kayıp ve kaygı yaşayarak ebeveynlerin davranışlarını model olarak alırlar ve bu kuşaklar arasında aktarılır; ve ilerde şiddet uygulayan veya uygulanan bireyler olmak için risk oluştururlar.

Kız çocuklarının istenilmemesi, önemsenmemesi erkek çocuk oluncaya kadar çocuk yapma şeklinde cinsiyet seçimi yapılarak başlatılan kadına yönelik şiddet, kız çocuklarının okul çağında okula gönderilmeyerek eğitim hakkının elinden alınması, ergen yaşta kendi fiziksel gelişimini tamamlamadan evlendirilmesi ve gebe kalması, evlendikten sonra da eş tarafından fiziksel, psikolojik, cinsel boyutta aile içi şiddet olarak da her yaş ve her dönemde farklı şekilde görülebilmekte. Daha okul döneminde "Kız kısmı okur mu? Okuyup da ne olacak" gibi ayrımcı anlayışlarla okula gönderilmeyip erkek çocuklarının okutulması ya da en fazla kız çocuklarının ilkokula kadar gönderilip sonra okuma hakkının elinden alınması ile kadınlar şiddete açık hale gelir. Çalışma hayatında da kadın çoğu kez kadın işi denilen ve uzmanlık gerektirmeyen maddi gücü az olan işlerde çalıştırılmakta. Işe almada önceliğin erkeğe, işten çıkarılmada önceliğin kadına verilmesi, terfilerdeki eşitsizlikler kadının ekonomik olarak güçlenmesi engellenmeye çalışılarak yapılan şiddet tipleridir. Buda kadını ekonomik olarak erkeğe bağımlı hale gelmesine neden olmuştur.

Her gün gazetelerde kadına yönelik şiddet haberlerinin yer almadığı gün yoktur. Basında bu kadar çok yer almasına rağmen medyadaki haberlerin yer alma biçimi genellikle şiddeti körükleyecek ve kadınları bir kez daha mağdur edecek niteliktedir. Yine ülkemizde medya organları kadına yönelik şiddeti yansıtırken genellikle taraflı davranmakta, şiddet olayını şiddet uygulayan kişilerin anlattıklarına göre yorumlanmakta, adeta şiddete uğrayan kadını suçlu duruma sokmakta. Böylece medya şiddetin olumsuzluğunu ifade etmek yerine kadınların geleneksel bakış açısına uymayan davranışları karşısında şiddete maruz kalmasının normal bir sonucu olduğu mesajını vermekte. Her ne şekilde şiddet görürse görsün, kadının yaşadığı bu şiddet onun zihinsel, cinsel, fiziksel ve duygusal sağlık sorunları yaşamasına neden olur.

Sağlıklı olmayan kadın sağlıklı nesiller yetiştiremez ve aynı zamanda da çocukluk döneminde şiddete tanık olan ya da yaşayan çocuksa bu şiddeti hayatının her alanında ümitsizlik, depresyon, suçluluk, ambivalan duygularla yaşamaya devam eder.

Diğer taraftan da Türk kadını ne yazık ki hakkını söke söke almayı öğrenememiş, kendi kaderini kendi yazamayan bir kadın haline gelmiştir. Bu ülkede her gün bir kadın ölür, öldürülür, ama susarlar, susmak bu kadınların mirasıdır çünkü. Daha güçlü olmayı değil, daha sabırlı olmayı öğretirler kendi gibi kız çocuklarına...

Yeni nesilden biraz daha umutlu olsak da, tüm millet genelinde kadınlarımız örgütlenip birbirlerine destek olmadıkça, kendi parasını kazanıp kendi ayakları üzerinde durmadıkça, yapılan haksızlıklara sesini yükseltmedikçe, bu insanlık dışı muameleye mahkumdur.

Kurtuluş savaşımızda erkeklerin yanında kahramanca savaşan Kara Adile Hanım vardı. Atatürk Tarsus'a geldiğinde, Ata'nın önünde diz çöküp, ellerine sarılır. Atatürk gözleri dolmuş vaziyette ellerinden tutar Adile hanımın ve onu ayağa kaldırarak şu sözleri der: "Kahraman Türk Kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlarımızın üzerinde göklere kadar yükselmeye layıksın."

Tüm kadınlarımızın erkek egemen toplumlarda seslerini yükseltip, hak ettikleri yeri almaları dileğiyle...

 

Arzu Şen

Kommentar schreiben

Kommentare: 0