· 

Adam gibi Adam: Yılmaz Güney

O, belki dönemin aktörleri Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Kadir Inanır ve diğerleri kadar yakışıklı değildi, fakat o iyi bir oyuncu, yönetmen, senarist ve Yeşilçam'ın yüreği güzel "Çirkin Kralıydı."

Peki Yılmaz Güney'i bu kadar özel kılan ve geniş halk kitleleri tarafından sevilmesinin nedeni nedir?

Özellikle Doğu bölgesinde her evde ve iş yerinde mutlaka resmi duvarlarda asılıdır. Babamların kuşağında, en solcusundan en sağcısına kadar bir milletin bütün erkek evlatları en az bir kez onun posterlerindeki duruşunu, kıyafetlerini ve bakışını taklit ederek poz vermiştir. Halkın hafızasında silinmeyecek izler bırakmıştır.

Halkın sesi, halkın gözü kulağı, yoksuldan mazlumdan yana olmuştur. Bunu da beyaz perdeye en güzel şekilde taşımıştır. Yılmaz Güney'den önce salon filmleri ile "toz pembe" dünya sunulurken, Anadolu'da yaşanan açlıklar, yoksulluklar, haksızlıklar konu edilmiyordu Türk sinemasında. Yani Yılmaz Güney bu konuda gerçek bir devrimci, hatta kiminin gözünde cesur bir "halk kahramanıdır."

Evet..O devletin resmi ideolojisiyle çatıştı, gençliğinden itibaren yargılandı, mahkum oldu. Filmleri sansürlendi, yasaklandı, fakat o hiç pes etmedi, yoluna devam etti, çünkü o bir kavga adamıydı. Hapishanede yattığı yıllarda insanların yaşam öykülerini pür dikkat dinledi ve filmlerinde işledi, çünkü o da halk'tan biri, yoksul bir ailenin ferdiydi...

Fakat o da tüm değerli insanlarımız gibi yurt dışında gömüldü. 1980 yılında Isparta ceza evinden (bayram izni bahanesiyle) "bir daha dönmemek üzere" Fransa'ya kaçtı. Dön çağrılarına uymayınca da vatandaşlıktan çıkartıldı. Kendi deyimiyle: "Bir sanatçı için, ülkesinin demokratik geleceği için yüreği çarpan bir insan için, ülkesinden ayrılmak zorunda kalması acı vericidir. Ama artık hiçbir şey yapamadan bitkisel bir hayat yaşamayı insanlık ve sanatçılık onuruma ters gördüm...Türkiye'ye dönmenin tek bir yolu var; gerçek anlamıyla demokrasinin kurulması. Bu gökten inemeyeceğine göre bunun için mücadele yürütmek gerekiyor."

İşin garip tarafı, kaçışından 6 ay sonra Cannes'da YOL filmi için "Altın Palmiye" ödülüne layık görülüp, yurt dışında ayakta alkışlanırken, kendi ülkesinde "vatan haini" olarak ilan edildi ve ödül aldığı "Yol" filmi 1999 yılına kadar ülkemizde yasaklandı!

1971 yılında "Adana Altın Koza Film Festival'inden" kazandığı 250 bin TL'yi "bir kuruşuna dokunmadan" Türk Hava Kuvvetlerine bağışlayan Yılmaz Güney, Cannes ödül töreninden çıktığında ise cebinde taksiye binecek parası yoktu. Hem ironik, hem de acı bir tablo...Tuncel Kurtiz'in dediği gibi: "Yılmaz'ı tarif etmek zordur, o bambaşka bir insandı..."

"Insan, Militan ve Sanatçı" kitabında: "Hayatımda ne denli düzenli olmak istediysem, elimde olmayan nedenlerden ötürü başaramadım. Hayat yollarım çamurluydu, zordu...Kimi zaman rüzgarların önünde savruldum, göçmen kuş örneği oradan oraya sürüldüm durdum. Bu fırtınalar beni nerelere kadar sürükleyecek, daha nelerle karşılaşacağım bilemiyorum. Halkıma, insanlığa yararlı olmak istiyorum. Hayatın ince, gelişen bir dalı olmak istiyorum. Sürekli üretmek, yeni şeyler yaratmak ve tanıdığım tanımadığım milyonlarca insanla kucaklaşmak istiyorum; Asya'dan Afrika'ya, Avrupa'dan, Amerika'ya, Okyanuslara kadar sesimi duyurmak istiyorum. Dağları, denizleri aşmak, insan yüreklerinde yuva yapmak istiyorum. İşte bu duygularla dolup taşıyor olmam, birçok barikadı karşıma dikti. Derin ve çok yönlü kuşatmalar altındayım. Ama yüreğimin ve yenilmek bilmez inancımın çevremi saran barikatları aşacağına inanıyorum...." diye özetliyor aslında kişiliğini ve hayatını..

Nitekim tam da yoğun çalışmaların ortasındayken, vücudunda sinsice işleyen kanser onu, bu hiçbir dış engelin yıldıramadığı, durduramadığı adamı, toprağa düşürüyor...9 Eylül 1984'de miğde kanserine yenik düşüyor....ardında 114 film, milyonlarca sevenini ve bir efsane bırakarak...

Yaşa varol sen Yılmaz Güney...Sana ızdırap çektirenler, gurbet de ölmene neden olanlar unutulup gitse de, sen sonsuza dek yaşayacaksın ülkemin ve kalbimizin kuytu özgürlük köşelerinde...

'Adam gibi adamın' anısına...saygılarımla...

Arzu Şen

Kommentar schreiben

Kommentare: 0