· 

Büyük Erzincan Depremi

Dünyanın büyük depremlerinden biri sayılan Erzincan Depremi, Türkiye'nin en ciddi deprem felaketlerinden birisi olarak tarihe geçmiştir.

Bugün tam 79 yıl önce öncesinde 1939 yılındayız. Gece saat ikide tam 7,9 şiddetindeki deprem, Erzincan'ı 52 saniye boyunca salladı.

İnsanlar uykuda yakalandığı için sadece mal kaybı değil, çok can kaybı olacaktı... Yerle bir olan Erzincan'da ve depremin etkilediği diğer illerde toplam 32.962 kişi ölmüş, yaklaşık 100.000 kişi yaralanmış ve 116.720 bina yıkılmıştır. Erzincan’ı tümüyle haritadan silen deprem; Amasya,Tokat, Sivas, Kırşehir, Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu illerinde ve çevresinde de etkili olmuştur. Bu zelzelede Hükümet Konağı, Ordu Müfettişliği, Orduevi, Postane ve şehrin en sağlam binaları dahil olmak üzere bütün evler ve dükkanlar yıkılmıştır.

Kerpiç ve ahşap evlerin çoğunlukta olmasına birde ağır kış koşullarının getirdiği olumsuzluklar eklenince, yaşanan felaketin boyutları unutulmayacak bir faciaya dönüşmüştü. Depremden kendini kurtaranlar gece yarısı eksi 30 derecede, karlar içinde yarı çıplak perişan bir vaziyette göçükler altında kalan yakınlarını elleriyle çekip çıkarmaya çalışıyorlardı. Devrilen sobalardan, mangallardan çıkan yangınlar şehri sarmış, yanan binalara yaklaşmak mümkün olmuyordu. Şehirde zarar görmeyen bina kalmamıştı. Depremin artçıları da bir yandan korku ve zarar vermeye devam ediyordu. Kopan hatlar nedeniyle şehrin dış dünyayla bağlantısı kesilmiş, şehir acı kaderiyle baş başa kalmıştı.

Erzincan Valisi "imdat" telgrafı çekiyor. Bu telgrafı Sivas'ın Zara İlçesi alıyor ve ilk yardım Kızılay tarafından oradan yola çıkarılıyor. Kızılay o günün şartlarında elindeki bütün imkanları seferber eder. 500 çadır ve 5 bin lira. Ayrıca Elazığ, Erzurum ve Sivas'tan birer vagon ekmek gönderiliyor. Vatandaşlar ve kurumlar yardım için büyük duyarlılık ve çaba gösterirler. TBMM tarafından hemen bir Milli Yardım Komitesi kurulur, il ve ilçelere kadar her yerde şubeler açılır, yardımlar Kızılay aracılığı ile depremzedelere ulaştırılır. Gazeteler yardım kampanyaları düzenlerler, yardım amaçlı organizasyonlar yapılır, toplanan yardımlar ve yardımseverlerin isimleri gazetelerin sayfalarında ilan edilir. İnsani duygular ve İkinci dünya savaşı öncesinin hassas dengeleri içinde dünyanın birçok ülkesinden yardımlar gelmeye başlar.

Erzincan Valisi Osman Nuri Tekeli 28 Aralık 1939 tarihinde Erzincan’ın son durumu şöyle anlatılıyordu:

"Sarsıntı hafif olarak devam etmektedir. Şehirde yıkılmamış bina kalmamıştır. Sarsıntının tahribatı tasavvur edilemeyecek kadar çoktur. Şehrin bütün sokakları enkaz ile kaplanmıştır. Enkaz temizlenemediğinden ölü ve yaralı adedi tamamen tespit edilememiştir. Şehir nüfusunun takriben yüzde ellisi ölü ve yüzde yirmisi yaralıdır. Yaralılar tedavi edilemediği için sağ kalanlar da kapalı yerlere yerleştirilemediği için durumları tehlikelidir. Çarşı tamamen yıkılmış ve kısmen de yanmış olduğu için şehirde yiyecek ve içecek kalmamıştır. Henüz yardım treni gelmemiştir. Ankara’dan gelecek imdat trenlerinin Erzincan’a gelebilmeleri için Kemah-Erzincan arasındaki bozuk kısmının tamirine çalışılmaktadır. Erzincan ile Tercan arasındaki köprülerden biri bozulmuş olduğu için Erzincan’dan da tren gelmemiştir. Alaylardan alınan erler ile yaralı ve ölülerin enkaz altından çıkarılmasına çalışılmaktadır."

Kurtarma ve yardım çalışmaları için İmroz Adasında bulunan mahkumlar bile seferber edildi.

Depremde hapishanenin duvarları yıkıldığı için bütün mahkumlar açıkta kalmıştı, fakat mahkumlardan bir tanesi bile kaçmamış ve kaçmaya teşebbüs etmemişti. Mahkumlardan hayatını kaybedenler de vardı.

Dönemin Erzincan Savcısı İzzet Akçal, Mahkumları bir araya toplar; "Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir koşulum var; Hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince ceza evine döneceksiniz" der. Mahkumlar, büyük fedakarlık göstererek, günlerce depremzedeler için çalışıyorlar. Yaklaşık 1000 kişiyi kurtarıyorlar. Sonra ceza evine geri dönüyorlar. Bir tek mahkum bile firar etmiyor!..

Milli Şef İsmet İnönü 4-5 gün sonra deprem yerinde incelemelerde bulunmak üzere özel bir trenle Erzincan'a doğru yola çıkar. Erzincan yakınlarında bir köyde bir mahkum özel trene binmek ister. Muhafızlar mahkumu bindirmek istemezler. Gürültü, kıyamet kopar. İsmet İnönü merak edip sorar, "Ne oluyor?" diye. Mahkum, İsmet İnönü'ye yanaşır, "Efendim, ben Savcı Bey'e kaçmama sözü verdim. Erzincan'a dönüp, kurtarma çalışmalarına katılmak istiyorum. Beni de trene alın" der. İsmet İnönü bu öyküden etkilenir, mahkumu trene alır.

Kurtarma ve yardım çalışmalarına katılan bu mahkumlar 1940 yılında çıkarılan özel bir kanunla affedildiler.

Halk çadırlarda ve barakalarda. Ağır yaralılar yakın ve uzak şehirlere gönderilir. Hafif yaralılar, Kızılay'ın kurduğu 300 yataklı hastanede tedavi edilir. Ölülerin defnedilmesi mümkün olmadığından, kadın, kız, erkek, çocuk yarı çıplak olarak, şehrin muhtelif yerlerine yağmalama başlandı. Ölü yığınları o kadar büyüdü ki, enkaz arasında bayağı fark ediliyordu. Bir hafta kadar geçmişti ki, o soğuğa rağmen, kokan ölüler olduğu gibi, parçalanmış kol, bacak ve çok ağır yara almış ölüleri köpekler yemeye başladı. 3. Ordu, köpeklerin vurulmasını emretti. Vurulma olayı günlerce sürdü. Kesin bir gün verilmemekle beraber, depremden tahminen 25-30 gün kadar sonra (şimdiki Terzibaba yolu üzerinde) büyük bir çukur kazılarak bütün ölüler toplu halde buraya defnedildi…

Ölenler çoktur, fakat felaketten arda kalan yaralı, aç, çıplak, yersiz yurtsuz vatandaşımız daha çoktur.

Erzincan Depreminde damgasına vuran yukarıdaki resmin hikayesi...

İnönü Erzincan'dayken karşısına çıkan yaşlı bir kadın, oğlunun ve kocasının cesedini ararken yanmış, derisi soyulmuş ellerini göstererek, "Giresunlu Mehmet'im gitti; askerdi, senin yanında askerdi," diye haykırıp başını İnönü'nün göğsüne koymuş ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Bu görüntü Erzincan depreminin simgesi olmuş ve daha sonraları, hem heykeli yapılmış hem de bir pul serisinin üzerinde yer almıştı.

42 yakınını kaybeden Lütfiye Kaner anlatıyor: "O yıllarda yeni evli ve 15 yaşında genç bir kadındım. Erzincan'ın Karakilise Köyünde oturuyorduk. Evlerin çoğu kerpiçtendi. Gece yarısı büyük bir sarsıntıyla uyandım. Sarsıntı o kadar şiddetli ve derinden geliyordu ki, insanı alttan yukarı doğru sıçratıyordu. Dengemi kaybetmemek için karyolaya tutundum ve daha sonra altına girdim. Tüm duvarlar yıkılmaya ve çatı çökmeye başladı. Sallanmanın durmasından yararlanıp bir an karyolanın altından başımı çıkarıp baktığımda parlak bir ay ve gökyüzü gördüm. Yıkıntıların arasında sıkışmış hareket edemiyordum. Saatler sonra yardıma gelenler tarafından kurtarıldım. Köy bir harabeydi. Çığlıklar durmak bilmiyordu. Bir günde 80-90 kez sallandık. Daha sonra 42 yakınımı kaybettiğimi öğrendim. Benim için tam bir yıkım oldu. O günleri hiç unutamadım. Üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hala yaşıyorum.''

Yazar Peyami Safa, 1940 yılında Büyük Erzincan Depreminin ardından şunları yazar; "Zelzele geçti. Hele şu açıkta titreşen vatandaşları da bir çatı altına soksak, olur biter. Bu da geçer yahu!" demeyelim. Geçmez bu, geçmez. Bir gün Adana’yı sel basar, başka bir gün Erzincan’ı zelzele yıkar, daha başka bir gün limansız Karadeniz kıyılarımız önünde vapurlar batar. Rüzgara : "Esme!", sulara: "Taşma!", toprağa: "Sallanma!" diyemeyiz.

Memleket ve Anadolu davasını, eğitim veya ziraat, kültür veya ekonomi, sanat veya teknik, bütün maddi ve manevi unsurları arasındaki ilişkilerin tamamına ait prensiplerle halletmezsek rüzgar eser, sular taşar, yer sarsılır ve bütün memleket ve bütün Anadolu, asırlardan beri olduğu gibi, yer yer yıkılır, Erzincan harabesine döner."

Bu, ülkemizde son ağır deprem olmadı maalesef... 

Bu vesile ile bir kez daha 1939 Erzincan depreminde ve ülkemizdeki diğer depremlerde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızı saygı ve rahmetle anıyor ve yazımı Nazım Hikmet'in "Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim" diyerek, Erzincan Depremi için yazdığı şiir'inin son dizeleri ile bitirmek istiyorum;

"Uyanıp kaçamadılar, kuş olup uçamadılar...Açıldı kuyular kimse inemez, Erzincan Beygiri rahvandır amma ölüler ata binemez...Yan yana sırt üstü yatan ölüler...

Arzu Şen

Kommentar schreiben

Kommentare: 1
  • #1

    Yesim (Montag, 07 Januar 2019 15:21)

    Yine cok güzel bir yazi olmus Arzum
    Kalemine elline saglik. Ne kadar üzüldüm okurken. Birde eskiden evlerin cogu camur ve ahsaptan yapilirdi :-(
    Bu zamanda bir savci mahkumlar cikarsa ve yardim da sonra hepiniz geri dönün dese acaba kac kisi döner birde onu düsündüm. Eski degerler bugün daha kalmadi bence....