· 

İyi ki doğdun Deniz Gezmiş

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de devrim.

O, onun en güzel yüz metresini koştu. 

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak

En hızlısıydı hepimizin. En önce göğüsledi ip...

Acıyorsam sana anam avradım olsun. Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun."

Can Yücel

 

Deniz Gezmiş benim için hüzün demek, bitmez bir yürek sızısı demek, devrim demek, ölümsüzlüğün ismi demek, gerçek vatansever demek, ölüme tereddütsüz, onuruyla yürüyen demek ve 6 Mayıs 1972 yılında darağacında sallanan üç fidandan biri demek. Onunla ilgili yazacak çok şey var, ama insan gerçekten nereden başlayacağını bilemiyor. Yıllar önce okuduğum Erdal Öz'ün "Gülünün solduğu akşam" ve Nihat Behram'ın "Darağacında üç fidan"dan sonra çok etkilenmiştim ve Türkiye'de hep tanışmak istediğim üç insandan biri olmuştur. Can Dündar'ın "Abim Deniz" kitabını henüz yeni bitirdim ve bir kez daha anladım ki; o gerçek bir kahramandı!


Deniz Gezmiş'in idamına tanıklık etmiş bir kuşak vardır ki, çocuklarına Deniz adını vermişlerdir. Bunların sayısı hafife alınmayacak kadar fazladır; çünkü Deniz Gezmiş özgürlüğün simgesi olmuştur. Bunun haricinde önem kazanmasının diğer bir sebebiyse, bile bile yanlış yargılanmış olmasıdır. İdami gerektirecek bir tek suç olmadığı halde idam edilmiştir. Adına belki heykeller dikilip, meydanlar yapılmadı, ama o sadece 68'li kuşağın değil, herkesin kahramanı oldu ve bu güne dek unutulmadı. O, mücadelesinden ancak canını vererek vazgeçti.

Atatürk de bir devrimciydi. Memleket işgal altındaydı ve halkın kurtuluşunda öncü oldu. 60'lı yıllarda memleket tekrar işgal edilmişti. Bağımsızlığı Amerika'nın eline vermiştik. O, memleketin ne hale geleceğini anladı, buna karşı çıkma cesaretini gösterdi ve isyan etti. Bir devrim peşinde koştu. Acı olan nokta ise, hiç kimseyi öldürmediği, sadece düşünce ve eylemlerinden "biz daha iyilerini hakediyoruz, daha iyi bir düzeni kurabiliriz" dediği halde devlet tarafından idam edildi. İsteseydi bir özür ile kurtulabilirdi, ama o özür dileyip, ideallerinden dönmedi. Başkaları bir tırnağını bile feda edemezken, o gözünü kırpmadan inandığı değerler için, halkı uğruna ölüme gitti. Sadece o değil, yol arkadaşları Hüseyin ve Yusuf'ta (aşağıda asılmadan önce çekilen son fotoğrafları). Uyutulmuş halk bunu göremedi. Uyumaya devam etti ve nice Deniz'lerin kanıyla yıkandı bu topraklar. Ne uğruna? Zamanında onu ipe götürenler şimdi hak hukuk, demokrasileşme adına nutuklar tutuyor, ağıtlar yakıyor. Diğer bir kısım ise yersiz ithamlarda bulunuyor.

Bizde "yiğidi öldür, hakkını yeme" diye bir atasözü vardır. Madem yiğidi öldürdük, o zaman en azından hakkını yememek, arkasından atıp tutmamak gerek. Bu ülkede okumak ve bilmek yerine "sessiz posta" misali fikir üretiliyor. Birini övecek, ya da yereceksen ilk önce bir araştırmak, bilgi sahibi olman gerek. Sağcı, solcu, orta yolcu ya da futbolcu olması önemli değil. Bu ülkede gençler üzerinden siyaset yapanları ve onları kurbanlık koyun gibi feda ettiklerini fazlasıyla gördük. Bunları bir kenara bırakın ve düşünün; Vatanı ve idealleri uğruna, başı dimdik, onuruyla ölüme gitmiş, 25 yaşındayken devlet tarafından katledilen bir gençten bahsediyoruz. İki kitap alıp okuyamıyorsak bile, en azından bu ismi andığımızda biraz düşünelim; bugün bağımsızlığın b'sinden bahsedilmeyecek bir ülkede, kaçımız o cesaretin onda birini gösterebiliyor diye? Hiçbirimiz!

Konuştuğumuz bu gencecik, koca yürekli, cesur insanın yaşama hakkı elinden alındı ve kısacık ömrüne bir milletin hikayesini sığdırdı.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları yapmaya çalıştıklarında ne kadar başarılı olmuştur o ayrı bir konu, ancak onların ne kadar kararlı ve yurtsever oldukları tartışılmaz. Bu akıllı, zeki, yetenekli insanlar güzel fakülteleri kazanmışken, neden bunları bir kenara bırakıp, aç sefil bir yaşam seçtiler? Neden bir an olsun kendi çıkarlarını düşünmediler? Bunları sormalı. Onlar öngörülüydü ve bugünleri yaşayacağımızı biliyorlardı. Korkarak güzelliklerin yaratılmayacağını, üretilmeyeceğini, adil bir yaşam yaşanılmayacağını biliyorlardı. Sadece korkusuz, cesaretli, akıllı insanlar bir toplumu değiştirebilir. Bu gençleri asmak yerine kucaklamış olsaydık, bir kez olsun "gençler, derdiniz nedir?" diye sorsaydık, o günler ve bu günler böyle yaşanır mıydı acaba? Ama biz ne zaman birşeyleri sorguladık ki bunu sorgulayalım? Biz ancak komünizm anlamını bile bilmeden, bu sıfatı hakaret olarak kullanarak komünist deriz, vatan haini deriz ve aradan yıllar geçer o insanları kahraman ilan ederiz. Ötesi var mı? Deniz, Yusuf ve Hüseyin'i yücelten asılmaları değildir; bağımsızlık uğruna kendi bedenlerini gözden çıkarmalarıdır!

Deniz Gezmiş asıldıktan sonra ona ait eşyalar siyah bir torba içinde babasına teslim edildi. Torbada yeni açılmış "Birinci" marka sigarası, iki tükenmez kalem, askılı atlet, fanila ve yün başlık, kahverengi ceket ve pantolon, bir yün gömlek, füme terilen pantolon, kendi yeşil, yakası beyaz, fermuarlı kazak, bir küçük, bir büyük İngilizce lügat, Türkçe-Almanca sözlük, Brecht, Ahmet Arif, Memet Fuat'ın kitapları, babasından gelen mektuplar, bir cep aynası, bir cep defteri ve bu cep defterinin kapak arkasına kendi el yazısıyla karaladığı, kimi satırlarını çizdiği bir şiir:

 

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 1969'da öldürülen Taylan Özgür'ün yanına gömülme isteği yerine getirilmedi. Mezarı bugün Ankara Karşıyaka mezarlığında, üstünde ölüm tarihinin yer almadığı bir mezartaşıyla bulunmaktadır.

"Geçse de yolumuz bozkırlardan, yolumuz hep denizlere çıkar..." Murathan Mungan

 

İyiki doğdun Deniz...

Kommentar schreiben

Kommentare: 0