· 

Türkiye ve İnsan Hakları (2014)

İnsan Hakları, Birleşmiş Milletlerin 10 Aralık 1948'de aldığı kararla kabul edilen 30 maddeli bildiridir. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden birisi olarak "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini" ilk onaylayan ülkeler arasında yer almış ve insan hakları konusundaki önemli sözleşmelerin büyük bölümüne taraf olmuştur.

 

İnsan Hakları demek, doğduğunda elde ettiğin haklar demektir. Temelinde özgürlük, adalet ve dünyada barış var. Irk, din, renk, yaş, cinsiyet ayrımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk duygularını geliştirmek, insanın insan olmak haysiyeti ile sahip olması gereken haklardır. İnsan hakları, kişiye, kendi özüyle yaşatacak kurallardır. İnsanın insanı hükmetmesi, onu ezmesi insan onuruna yakışmayan ve kabul edilmeyecek bir davranıştır. 

 

Dünya tarihine baktığımız da, bu tür ayrımların yapıldığı toplumlarda kavga, çatışma, isyan eksik olmamıştır. İnsanlar arasında hak, eşitlik, adalet, özgürlük düşüncesi yaygınlaştıkça bu konuyla ilgili mücadeleler de artmıştır.

 

Maalesef İnsan Hakları hala dünyanın birçok ülkesinde ayaklar altına alındığı için, Uluslararası Af Örgütü, yani Amnesty İnternational gibi kurumlar bu durumlarda müdahale etmek zorunda kalıyor.

 

1961 yılında, bir İngiliz avukatı gazetede iki Portekizli öğrencinin Lissabon'da haksız yere hapishaneye atıldığını okuyor ve bundan etkilenen avukat, bu ve benzeri olaylara dikkat çekmek için gazetede bir yazı yazmaya karar veriyor. Avukat Peter Benenson'un bu yazısı ile dünyanın en önemli İnsan Hakları Koruma Organizasyonu, Amnesty İnternational ortaya çıkıyor. Bugün Türkiye dahil olmak üzere 150 ülkede 3 Milyon insan bu organizasyonda aktif. (Almanya şubesinde şu anki Genel Sekreteri bir Türk; Selmin Çalışkan).

Herkes ülkesinin Amnesty İnternational sayfasına gidip, sadece bir sanal imza ile birçok hayat kurtarabilir. Aşağıdaki videoda imzanızın aslında ne kadar değerli olduğunu göreceksiniz: http://www.youtube.com/watch?v=eEwkrnw9g84  (Konu ile ilgili ayrı yazım var BLOG kısmında).

 

Haklarınız ihlal edildiğinde ve ülkenizde hakkınızı arayıp bulamadığınız da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurabilirsiniz (2010 yılında Anayasa'da yapılan referandum değişikliğiyle Türkiye yurttaşlarının iç hukuk olanaklarını tükettikten sonra AİHM'ne başvurma olanakları son derece sınırlandırıldı, hatta başvurma süresi uzatıldı).

 

1959 yılından bu yana bireysel kişilere de bakan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye ancak 1987 yılında üye oldu. Maalesef geç üye olmamıza rağmen en fazla hak hukuk ihlalleri yapan ülkeler konumuna yükseldik (Birleşmiş Milletler 2012 raporu). AIHM'e 47 Avrupa ülkesinden toplam 128 bin 100 dava başvurusu gelmiş. Dağılım ise şöyle: Rusya 28.600, Türkiye 16.900, İtalya 14200, Ukrayna 10.450 Sırbistan 10.050, Romanya 8.700, Bulgaristan 3.850, İngiltere 3.300, Moldova 3.250, Polonya 3.100 ve diğer 37 ülke 25.700.

 

Maalesef yukarıdaki başvurularda verilen kararlarda hukuk ihlallerinde, yani ADİL YARGILAMA ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDE Türkiye 2.870 ihlal kararıyla birinci sıraya geçti. Bu ihlallerin dağılımı isi şöyle: İnsanlık dışı muamelesinde 261 ihlal ile ikinci sıradayız. Toplantı ve gösteri yürüyüşü ihlalinde 57 ile birinci sıradayız. Adil yargılamada 755 ihlal ile birinci sıradayız. Mülkiyet hakkı konusunda 634 ihlal ile yine birinci sıradayız. Düşünce özgürlüğünü 215 ihlal ile yine birinciyiz ve bu liste böyle şekilde uzayıp gidiyor...

 

Genel sonuç: Birleşmiş Milletlerin 2012 raporunda, Türkiye insan hakları konusunda 10 üzerinden sadece 4,7 puan aldı! Anlayacağınız güzel yollar, binalar, saraylar yapmakla bir ülke gelişmiyor. Her ülke, insanlara nasıl davrandığı, eğitim ve sosyal sistemiyle övünmeli. Aksi taktirde 'gelişmiş' ülkeden söz edilemez.

Gerçekçi olalım: Ülkemizin bu manzaralarından dolayı ya insanlar yurt dışına açılıyor, ya da gurbette yaşayan vatandaşlarımız ülkelerine hasret oldukları halde gelmeye cesaret edemiyor, çünkü Avrupa'nın hak hukukuna, düzenine, sosyal ve eğitim sistemine daha çok güveniyorlar (aynı zamanda oturdukları yerden hükümeti öv öv bitiremiyorlar. Bu da ayrı bir ironi)!

 

Yani bu istatistikler gösteriyor ki, Türkiye kendi vatandaşlarına insanlık dışı muamele eden, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini çiğneyen, insan haklarına saygısız bir devlet. Türkiye bu konuda kesinlikle sınıfta kaldı (Düşünsenize, 1987 yılından önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvura hakkına sahip olsaydık, kimsenin aşamayacağı bütün birincilik rekorları bizim elimizde olacaktı. Zaten bunu kısa süre içinde neredeyse başardık).

Türkiye'de adaleti bulamayanların kitleler halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde adalet aramaları bir hükümet için en utanılacak olgudur ve yargı sisteminin baştan sona sorunlu olduğunun kanıtıdır! Gençler paralı eğitimi, hidroelektrik santrallerinin doğaya verdiği zararı protesto ediyor diye, terör örgüt üyeliği suçlamalarıyla aylarca hapiste tutuluyor. Muhalif gazeteci ve yazarların ipe sapa gelmez gerekçeler uyduruk ve hukuki olmayan belgelerle hapise tıkılıyor (dünya sıralamasında 1'inciyiz). Basın özgürlüğüne vurulan onca darbeler (bakınız Doğan Grup), Silivri ve Gezi Parkı karşısında susanlar demokrasi, insan hak ve özgürlük taraftarı olamaz!

Gezi Park olayları ile ilgili Uluslararası Af Örgütünün (Amnesty İnternational'in) yazdığı raporu incelemenizi tavsiye ederim:http://akgul.bilkent.edu.tr/amnesty/eur440222013tr.pdf

 

Gelin görün ki Türkiye bütün uluslararası araştırmalara göre demokrasi kategorisinde olmayan ve gerileyen bir ülke. İskandinav ve Benelüks ülkeleri birinci sıralardayken, biz arka sıralardayız. 11 senelik AKP iktidarının ''İleri Demokrasisi" bu olsa gerek...

 

Bu konu ile ilgili İnsan Hakları İzleme örgütünün Başkanı Kenneth Roth, Başbakan Tayyip Erdoğan'a 2011 yılında bir açık mektup yazmıştı. Bunu şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum: http://www.hrw.org/news/2011/06/20/yeni-h-k-metin-insan-haklar-konusundaki-ncelikleri-hakk-nda-ba-bakan-recep-tayyip-er

 

Türkiye'de herkes demokrasi istiyor, ama bunun temelini oluşturan 'hoşgörü' birçok vatandaşımızda yok ne yazık ki. Yapılan bir araştırmaya göre eş cinselleri (%84),AİDS'lileri (%74), nikahsız yaşayanları (%68), Tanrı'ya inanmayan ateistleri (%64), Şeriat yanlılarını (%56), Yahudileri (%56) ve Hristiyanları (%49) komşu olarak istemeyen bir milletiz (Prof.Dr.Yılmaz Esmer'in 'Türkiye Değerler Atlası 2012).

 

Türkiye, özellikle farklı kültürel kimlikleri açısından zengin olan bir ülke. Dolayısıyla bir çatı altında eşit koşullarda yaşamak kolay değil. Bu sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada böyledir. İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri zaman, ortak yaşam alanı zorlaşıyor ve doğal olarak sorunlar doğmaya başlıyor. Bunu sadece yasalarda aramamız yanlış, asıl kendimizi değiştirmeliyiz. Ön yargılarımız biz anlamadan zaman zaman gerçeklerin, hak ve özgürlüklerin önüne geçiyor. Sadece ailede değil; okulda, mahallede, arkadaşlar arasında ve toplumda farklılıklara saygı ve başka fikirlere saygı duymamız gerekli. Bunları ortadan kaldırmak için empati ve tolerans şart. Bunun tek yolu ise eğitim.

 

EĞİTİM kesinlikle ön yargıların törpüllenmesine katkı sağlayan en büyük olgudur!

 

Kişisel Özgürlükler, demokrasinin bam telidir; demokrasi ise eğitilmiş insanların rejimi. Demokrasi ilkelerinin en iyi uygulanabildiği yönetim biçimi Cumhuriyettir. Atatürk'ün insan unsuruna verdiği değerler, insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği saygı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması için kurduğu Laik Cumhuriyet bunun temelini oluşturmuştur. Türkiye her türlü engeli aşarak, çok büyük fedakarlıklarla, binlerce şehidin, gazinin canlarını bıraktığı mücadelenin sonunda Atatürk'ün önderliğinde çağ atlamıştır. Cumhuriyet ve demokrasi demek, insan hakları demektir! Atatürk, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin dayanak noktası MİLLİ EGEMENLİK olduğunu vurgulamıştır ve tüm dünyaya örnek olmuştur (UNESCO Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olan 1981'i Atatürk Yılı ilan etmişi).

 

İnsan hakları bilindiği ve uygulandığı ölçüde gerçekleşir. Kişiler önce sahip oldukları hakların neler olduğunu, sonra sahip oldukları hakları kullanmayı bilmelidirler. Haklarını bilen ve kullanan insan aynı zamanda hakların elinden alındığında bunları korumalıdır. Bu haklardan yararlanmak için bir kişinin (yukarıda belirttiğim gibi) yurttaş ve insan olması yeterlidir. Bir dine, dile, renge, etnik kökene mensup olmaları bunu değiştirmez; çünkü ayrımcılık, insan haklarına, demokrasiye ve ahlaka aykırıdır!

 

Alman felsefeci İmmanuel Kant, meşhur Ahlak Yasasında (Kategorik İmperatif), insanın vicdanına ve iyi niyetine vurgu yaparak: "Öyle hareket et ki, eyleminin maksimi senin istencinde sanki bir doğa yasası haline gelebilsin" demiştir. Yani öyle davran ki, davranışının temelindeki ilke, tüm insanlar için geçerli olan evrensel ilke/yasa olsun. Bir eylemi bir çıkar veya beklenti için yapma, sadece ahlaki değerlere dayanarak, çıkarsız ve koşulsuz yap. Bu yasaya göre davransa insanlık, tüm sorunlar kendiliğinden çözülecek zaten.

 

Ama neden insanoğlu varoluşundan bu yana bu kurala uymakta zorluk çekiyor? Bunun cevabı bir Latince ata sözünde yatıyor: HOMO HOMİNİ LUPUS; ''İnsan insanın kurdudur.''

 

Güçlülerin zayıfları ezdiği bir dünyaya yaşıyoruz ne yazık ki. Ama çağdaş tiyatronun kurucularından Henrik İbsen bile "Çoğunluk her zaman haksızdır; azınlık ise nadiren haklı" demiştir. Çoğunluk 'güçlü' olabilir, ama asla haklı olduğu anlamına gelmez! Azınlıkta olsanız da doğrularınızdan asla vazgeçmeyin ve hakkınızı her daim arayın, çünkü sandığınızdan çok daha fazla hakka sahipsiniz...

 

10. Aralık Dünya İnsan Hakları Gününüz kutlu olsun...

 

Arzu Şen

Kommentar schreiben

Kommentare: 0