· 

Sabahattin Ali

Şair, gazeteci, yazar, öğretmen Sabahattin Ali'nin bugün 108. doğum günü (25. Şubat 1907 - 1948 ). 

 

Bildiğiniz hayat hikayesini tekrarlamak niyetinde değilim. Onunla ilgili ilk yazım, fakat son yazım olmayacak; çünkü Sabahattin Ali'nin hayatı o kadar ayrıntılarla dolu ki, bir yazıya sığdırmak mümkün değil!

 

Kitap okumayı az çok seven ama okurmuş izlenimi yaratmaya ziyadesiyle önem veren bir jenerasyonun neferleriyiz. Haliyle de isim olarak bir çok edebiyatçımızı ismen bilir, ama eserlerinden bir haberiz. Yeniden en çok satılmış listelerinde yerini almış "Kürk Mantolu Madonna" sayesinde Sabahattin Ali şimdiki nesle pekte yabancı sayılmaz. Onun eserleri sayesinde milli değerlerimize odaklanmam gerektiğini idrak ettim; çünkü itiraf etmeliyim ki, Sabahattin Ali'nin muhteşem kişiliğiyle ile araştırmalarımdan sonra tanıştım.

"Kürk Mantolu Madonna" kitabında bir yazdığı cümlenin altını çizmiştim; "Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam." Bu sözleri yazarken sanki kendinden söz ediyordu. 

Muhalif görüşleri nedeniyle sürekli takip edilen, yaşamı boyunca sürgünler, demir parmaklıklar gören Sabahattin Ali'nin canına tak ediyor ve 1948 yılında, ailesiyle yeni bir hayat kurmak üzere Türkiye'den kaçmaya karar veriyor.

Devlet ona pasaport vermeyince, yasal yollardan değil, Bulgaristan üzeri kaçmak için Ali Ertekin diye bir kaçakçıya para vererek, aslında ölüm fermanına imza attığını bilmeden yola koyulur ve cesedi 2. Nisan 1948 yılında, kafası taşla ezilmiş şekilde Trakya'da bir nehirde bulunuyor. Katili aslında Mikki Emniyet'de çalışan devlet polisiydi. 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ertekin açıklamasında; "Sabahattin Ali Milli hislerimi tahrik etti" diyerek cinayeti itiraf eder ve Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanır ve sadece 4 sene ceza almasına rağmen, aynı sene çıkan af yasasından yararlanarak serbest bırakılır. 

 

Cinayetle ilgili yeni bilgiler, Yenigün Gazetesi sahibi Kemal Bayram Çukurkavaklı'nın, Ali Ertekin ile yaptığı görüşme notlarının yayınlanmasıyla yıllar sonra ortaya çıktı. 1992'de ölen Çukurkavaklı'nın bu notları, oğlu Alev Çukurkavaklı tarafından ''Sabahattin Ali olayı'' adıyla kitaplaştırıldı. Burada; "Tartıştık, elimde kalın bir ağaç dalı vardı, vurdum yere yığıldı. Öldüğünü anlayınca orada bırakıp İstanbul'a döndüm'' diyordu. Cinayetten kimseye bahsetmediğini 5-6 ay sonra Milli Emniyetten (bugünkü MİT) Zeki Kayraklı adlı bir kişinin kendisini sorguladığını belirten Ertekin, ''Beni serbest bıraktılar, ardından da, Sultanahmet Cezaevinde yatıp çıkan komünistleri takip, onlarla ahbap olup, bilgi alma görevi verdiler'' diyordu (Halat fabrikasında işe de sokulan Ertekin burada 17 yıl çalışıp, emekli oldu ve vefat etti).

 

Sabahattin Ali cinayeti bu güne kadar gizemini koruyor, çünkü Ertekin'in aslında kukla ve cinayetin arkasında başka kişiler, hatta devlet olduğunu ve cinayetin evvelden planlandığına ve Ali'nin aslında emniyette işkence sonucu öldürüldüğüne dair ipuçları var. Dostları zamanında olayı araştırmak istedi. Fakat bir noktadan sonra sürekli; "fazla kurcalamayın" sözleri ile karşılaştılar. Cesedi eşi ve annesinin teşhis etmesine izin verilmedi. Bu görevi (zamanında Marko Paşa dergisini çıkarttığı) Aziz Nesin ve Adalet Cimcoz yerine getirdiler. Daha sonra muayene edilmesi için defnedildiği yerden çıkarıldı Sabahattin Ali. Ve bir torba içinde elden ele dolaştırılırken kayboldu. Eşyaları, "hacizli" oldukları gerekçesiyle ailesine teslim edilmedi ve Sabahattin Ali dosyası garip bir şekilde kapatıldı.

 

Aşağıda Sabahattin Ali'nin öldürülmesinden sonra çantasından çıkan şahsi eşyaları: Eşinin fotoğrafı, hatıra kol saati, deri cüzdanı, şahsi mektupları, 'Honore de Balzac'ın romanı, yabancı dil sözlüğü, camı kırık eski gözlüğü, edebiyat notlarını içeren kağıtlar, yedek el çantası ve yedek gömleği, deri ceketi, çeşitli mecmualar.

Ailesi ölümünün ardından zor günler geçirmiştir. Bu zor günlerde Aliye hanım ve Filiz'e dostları destek olur ve onların teklifi üzerine yatılı okulda parasız okur. Bu yatılı okul şans eseri babasının senelerce öğretmenlik yaptığı Ankara Devlet Konservatuvarıdır (Milli Eğitim bakanı olan Saffet Arıkan Sabahattin Ali'nin hayranıydı ve onu Ankara Devlet Konservatuvarı Almanca öğretmeni yapmıştı. Konservatuvar kuruluşunda çok emeği vardır. Burada Almanya'dan kaçan aktör ve rejisör Carl Ebert'in rejisör asistanlığını da yapmıştır). O zamanlar komünist damgası verilmiş Sabahattin Ali pek sevilmediğinden, kızı da bundan payını alır. Kendi deyişiyle: "Ne okuduğumu kontrol eden, dolabımı karıştıran birileri vardı." Tüm zorluklara rağmen mezun olur ve babasının sanata olan aşkını kendi kimliği ile sürdürüp, müzik profesörü olarak ve sayısız başarıya imzasını atar. Filiz Ali "hep ona layık olmaya çalıştım" der.

 

Diğer bir konuşmasında; "Sabahattin Ali'nin annesi ve eşi hayatta olmalarına rağmen bulunan cesedi teşhis etmeleri istenmedi. Sabahattin Ali için bir cenaze töreni yapılmadı. Nereye gömüldüğü bilinmiyor. Sabahattin Ali'nin mezarı yok. Sabahattin Ali'nin şahsi eşyaları hiçbir zaman ailesine teslim edilmedi (haciz konuldu, çünkü Marko Paşa dergisinin borçları vardı). Sabahattin Ali'nin kitapları 1965 yılına kadar hiçbir yayın evi tarafından yayımlanmadı. Sabahattin Ali öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. Caniler kahraman gibi kol geziyor! Sabahattin Ali dosyası eğer kapanmasaydı ve üzerine korku tohumları ekilmeseydi, sonraki yıllarda birbiri ardına tekrarlanan siyasi cinayetlerin de üzerine cesaretle ve kararlılıkla gidilseydi acaba Türkiye bugün böyle canilerin kahraman gibi kol gezdiği bir ülke olmaktan kurtulacak mıydı? Türkiye'nin bugün insanın fena halde canını yakan tablosu şudur: Bu ülke en değerli, cesur ve kaliteli evlatlarını yok eder. Onlara tahammül bile edemez. Ölümünün ardından 15 yıl kitaplarına yayın yasağı koyulur ve unutturulmaya çalışılır. İlahi Adalet. 15 sene boyunca unutturulmaya çalıştırılan yazar unutulmuyor" diye üzüntüsünü ve öfkesini dile getiriyor.

 

Filiz Ali'nin "asıl içini yakan", bulunan cesedin ona ait olup olmadığı yıllarca tartışılan babasının bir mezarının bile olmamasıydı. Sabahattin Ali, Sezen Aksu'nun seslendirdiği "Dağlar"ın son kıtasında; "Bir gün kadrim bilinirse, ismim ağza alınırsa, yerim soran bulunursa: Benim meskenim dağlardır" sözlerini yazarken sanki vasiyetini yazmış gibiydi. Yıllar sonra gerçekten kızı Filiz, cesedi bulunan dere yatağının yakınındaki koskoca bir kayanın üzerine bir mermer parçası üstüne şu sözleri yazdırarak babasını ölümsüzleştirir: "Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır."

 

Şiirleri en çok şarkı olmuş şairimizdir Sabahattin Ali. Bu şarkılar hepimizin bildiği, zaman zaman dillerimizden düşmeyen parçalardan bazı örnekleri: Aldırma Gönül aldırma, Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz (Edip Akbayram), Leylim Ley (Zülfü Livaneli), Benim meskenim dağlardır, Çocuklar gibi (Sezen Aksu), Kara Yazı, Kız kaçıran, Geçmiyor günler (Ahmet Kaya), Ben yine sana vurgunum, Melankoli (Nükhet Duru, Ali Kocatepe), Göklerde kartal gibiydim (Deniz Akyürek).

 

Hepsini yazının sonundaki videoda dinleyebilir, hatta belgeselini izleyebilirsiniz.

 

Özellikle Aldırma Gönül şiirini denize sıfır olan ve denizi görmeye engelleyen yüksek mapushane duvarlarının ardında yazdığını düşünürseniz, şarkı sözlerin ne kadar daha çok anlam kazandığını anlayacaksınız (aşağıda Sinop'ta yattığı koğuşun fotoğrafı):

 

"Başın öne eğilmesin aldırma gönül, aldırma. Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül, aldırma. Dışarıda deli dalgalar gelip duvarları yalar; Seni bu sesler oyalar, aldırma gönül, aldırma. Görmesen bile denizi, yukarıya çevir gözü: Deniz gibidir gökyüzü; Aldırma gönül, aldırma. Dertlerin kalkınca, şaha bir sitem yolla Allah'a. Görecek günler var daha; Aldırma gönül, aldırma. Kurşun ata ata, biter yollar gide gide biter; Ceza yata yata biter; Aldırma gönül, aldırma..."

 

Sabahattin Ali aynı zamanda amatör fotoğrafçılığa da imza atmıştır. Başta Ankara olmak üzere 1930'lu yılların Anadolu sokaklarının ve insanlarının yer aldığı bu fotoğraflar, usta yazarın edebi kimliğine de ışık tutuyor. Kızı Filiz Ali; "Babam öldükten sonra uzun bir zaman onun fotoğraflarıyla yaşadım" der. Babası elinden düşürmediği Kodak Fotoğraf makinesiyle zamanı durdurup, yüklü bir görsel miras bırakmıştır (Yıllar sonra bir okuma gününde yanına yaklaşan bir kadından babasının fotoğraf makinesinin kendi evlerinde olduğunu, babasının onu bir polisten satın aldığını söyler).

 

Sabahattin Ali, Cumhuriyetimizde öldürülen ilk gazetecimiz, fakat son gazetecimiz değildir. Dolayısıyla yazacak o kadar çok var ki aslında; ama bunları da farklı bir yazımda kaleme alacağım.

 

Siyasi zulme uğrayan, gelmiş geçmiş tüm aydınlarımızın anısına, saygıyla...

 

Arzu Şen


Kommentar schreiben

Kommentare: 0